26 Mayıs 2025 Pazartesi

Toplumu Çürüten Sessizlik: Sorumluluktan Kaçışın Anatomisi

Bireysel Sorumluluğun Toplumsal Erozyona Etkisi Üzerine Bir İnceleme


Giriş

“Bir adamı öldürdüm, ama bir başka adamı da kurtardım.”

“Bir adamı öldürdüm, ama sen de bir adam öldürmüştün.”

Bu cümleler ilk bakışta karşılaştırma, empati ya da telafi içeriyor gibi görünse de, derinlikli bir sorgulama ile yüzleştiğimizde, yalnızca bir gerçeği gizlemeye hizmet ederler: Bir adamı öldürdüm.

Ve bu gerçeği hiçbir şey değiştirmez. Çünkü ikinci adamı kurtarmış olmak, ilk adamın ölümünü geri getirmez. Diğerinin de bir adam öldürmüş olması, kendi cinayetimi mazur kılmaz. Üstelik ikinci durumda artık iki adam ölmüştür.


Etik Sorumluluğun Bölünemezliği

Ahlaki sorumluluk, tıpkı yaşam gibi, tekil ve bölünemezdir. Bireyin eylemi yalnızca onun iradesiyle ilgilidir ve başka bir kişinin suçu, bu sorumluluğu hafifletmez. Bu, hem Kantçı etik hem de çağdaş sorumluluk kuramlarında açıkça yer bulur. Örneğin, Hannah Arendt’in “kötülüğün sıradanlığı” kavramı, bireyin “ama herkes yapıyor” söylemiyle suça ortak olduğunu gösterir. Eylemin öznesi kimse, sorumluluk da ona aittir. Bu bölünemezlik, ahlaki sistemin temel direğidir.


Karşılaştırmalı Suç Retoriği ve Meşrulaştırma Tehlikesi

Kendi suçunu hafifletmek için başkasının suçuna atıfta bulunmak, yalnızca etik bir çözülmeyi değil aynı zamanda toplumsal vicdanın da erozyonunu gösterir. Toplumun adalet duygusu, bireylerin kendi davranışlarını başkalarınınkine göre şekillendirdiği oranda zayıflar. “Sen de bir adam öldürdün” demek, iki kişiyi öldürmüş bir toplumu meşrulaştırır. Bu söylem, suçu normalleştirir, empati kılığına bürünmüş bir inkâr biçimidir.


Bireysel Sorumluluğun Toplumsal Sirayeti

Toplum, bireylerin davranışlarının toplamından fazlasıdır, ancak temelinde yine birey vardır. Bireyin sorumluluktan kaçması, sistemik hale geldiğinde kurumsal yozlaşmaya ve toplumsal çürümeye dönüşür. Sosyolog Émile Durkheim, bireysel ahlaki normların zayıflamasını “anomik durum” olarak tanımlar; bu, bireyin toplumla olan bağlarının gevşemesi ve düzenin çözülmesi anlamına gelir.

Sorumluluğu üstlenmeyen birey, önce çevresinde duyarsızlığa neden olur, ardından bu duyarsızlık sosyal normlara ve yasaların işleyişine sirayet eder. Sessizlik ve kabullenme, zamanla adaletsizliğin yeni normu olur.


Sessizlikle Beslenen Çürüme

Kötülük, genellikle büyük patlamalarla değil, küçük suskunluklarla büyür. Günlük hayatta “önemsiz” görülen haksızlıklara verilen tepkisizlik, bireyin vicdanını törpüler. Zamanla bu, bir alışkanlık hâline gelir. Birini hor görmek, bir adaletsizliği görmezden gelmek, küçük bir yalanı mazur görmek... Tüm bunlar, büyük çöküşlerin başlangıcında yer alan mikro çatlaklardır. Toplumun ahlaki zemini, ancak bireylerin tek tek sorumluluklarını üstlenmeleriyle sağlam kalabilir.


Sonuç: Kötülük Nerede?

Kötülük dışarıda bir yerde değildir. O, tam da bizim kararlarımızda, kabullendiğimiz hatalarda, sessiz kaldığımız adaletsizliklerde saklıdır.

Bir adamı öldürmek, ardından bir başka adamı kurtarmış olmak; o adamı öldürdüğümüz gerçeğini değiştirmez. Aynı şekilde, bir başkasının da adam öldürmüş olması, kendi cinayetimizi meşrulaştırmaz.

Ve sonunda, iki adam ölüdür.

Toplumun ruhu, bireylerin suskunluklarında ve yüzleşmedikleri sorumluluklarda çözülmeye başlar. O yüzden iyilik, büyük kahramanlıklarda değil, bireyin her gün kendi eyleminin sorumluluğunu alabilmesinde gizlidir.


1. Hannah Arendt – “Kötülüğün Sıradanlığı”

Arendt, Nazi subayı Adolf Eichmann’ın yargı sürecini incelediğinde, bireylerin “Ben sadece emirleri uyguladım” diyerek sorumluluktan kaçtığını vurgular. Bu, sıradan insanların büyük kötülüklere nasıl ortak olduklarını gösterir. Suçların yaygınlaşmasının kaynağı, bireyin kendi kararını ve vicdanını devre dışı bırakmasıdır.


2. Milgram Deneyi (1961) – İtaat ve Sorumluluk Aktarımı

Stanley Milgram’ın klasikleşmiş deneyinde, katılımcılar otorite figürlerinin emriyle başka insanlara zarar vermeyi kabul etmiş, sorumluluğu kendilerinde değil otoritede görmüşlerdir. Bu deney, insanların kendi etik kararlarını askıya alıp suçu başkalarına aktardıklarında neler olabileceğini çarpıcı biçimde göstermiştir.


3. Bandura’nın “Ahlaki Uzaklaştırma” Kuramı

Psikolog Albert Bandura, bireylerin suçluluk duymamak için davranışlarını rasyonalize ettiğini ve bunu "ahlaki uzaklaştırma" stratejileriyle yaptığını gösterir:

Örneğin:

Karşılaştırma: “Başkaları daha kötüsünü yaptı.”

Telafi beklentisi: “Ama sonra iyi bir şey yaptım.”

Bu stratejiler, suçu meşrulaştırmak için kullanılır ama gerçekte bireyin ahlaki sorumluluktan kaçmasına neden olur.


4. Durkheim – Anomi ve Toplumsal Çözülme

Durkheim’a göre bireylerin ahlaki normlardan kopması (anomi), toplumda çözücü bir etki yaratır. Bireyler sorumluluklarını yerine getirmedikçe toplumsal bağlar zayıflar, kurumlara olan güven azalır, düzen yerini kaosa bırakabilir.


5. Sosyal Bulaşma ve Normatif Çöküş

Davranış biliminde, özellikle “sosyal bulaşma” olarak adlandırılan olguya göre, bireylerin eylemleri çevresindekiler üzerinde doğrudan etki yaratır. Sorumluluğu üstlenmeyen birey sayısı arttıkça bu davranış normalleşir. Böylece, sorumsuzluk bir norm haline gelir.


Sonuç:

Bireysel sorumluluk, sadece kişisel etik değil, aynı zamanda toplumsal düzenin ve sağlıklı işleyen bir toplumun temelidir.

Ve her bir bireyin "adamı öldürdüğüm" gerçeğiyle yüzleşmesi, toplumun vicdanını koruyan en güçlü kalkandır.

Her şey ilişkiseldir; bireysel farkların doğurduğu olumlu ya da olumsuz etkiler mikro düzeyden makroya doğru sirayet eder. 

Toplumun farkındalık düzeyi, bu etkilerin genelleşmesiyle birlikte, toplumsal ahlaki paradigmanın yönünü belirler. Bu nedenle, ahlaksız bir toplumda “ahlaklı birey” olmak da sistemin içinde sorgulanır hale gelir. Paradigmanın olumsuz yönde değişmesini engellemenin tek yolu, yüksek sorumluluk bilincine sahip bireyler yetiştirmektir.

Kötülük, sadece yapanın değil, seyredenin de sorumluluğudur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Mekanikleşen Dünyada Düşüncenin Direnişi

Felsefe Neden Hâlâ Gereklidir? Mekanikleşen Dünyada Düşüncenin Direnişi Giriş Teknolojik gelişmeler, yapay zekâ, otomasyon ve bilimsel ilerl...